7 Mayıs 2015 Perşembe

Ben O'nun elleriyim, O Benim gözlerim!


Jia Haixia ve Jia Wenqi, Pekin’de Yeli Köyü’nde yaşıyorlar ve 10 yıldır her sabah 7:00’de ormandaki işlerine beraber gidiyorlar. Ormana giden yolda Wengi rehberlik ediyor, çalışma alanlarına geldiklerinde de görevleri olan ağaç dikimini Haixia üstleniyor. Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar, çünkü bu birliktelikte Wengi gözler, Haixia ise eller.
Haixia 3 yaşında geçirdiği kazada ellerini,  Wenqi ise doğuştan itibaren sınırlı olan görme yetisini  2001 yılında tamamen kaybediyor. Kalplere dokunan bir hikaye.

Onları birarada tutan sadece dostlukları  ve gelir elde etmek için çalışma zorunlulukları değil, aynı zamanda yaşadıkları bölgeye duydukları tutku ve üretme istekleri. Yaptıkları işte,  önemli bir rekora da imza atmışlar. Bölgenin doğal afetlerden korunması için başlatılan seferberlikte  10 yılda 13,000 ağaç dikerek dikkatleri çekmişler. Başarılarının sırrının, eksikliklerine değil, birbirilerinden aldıkları güce odaklanmaları olduğunu söylüyorlar.

İş hayatında da tam aradığımız yaklaşım değil mi? Takım çalışması, diğerleri ile işbirliği oluşturabilmek, delegasyon, durumsal liderlik programları bize bunu söylemiyor mu? Peki neden, takımlarda işbirliğini halen istediğimiz kalitede oluşturamıyoruz?

Çünkü her birey gördüğünün ve hissettiğinin en doğrusu olduğuna inanıyor. Görüşünün sınırlı olabileceği, diğerinin farklı hissedebileceği aklına bile gelmiyor.

İşte bu yüzden kişisel farkındalık her türlü gelişimin başlangıç noktası. Hatta çok erken yaşlarda kazanılması için müthiş fırsatlar var.
Bazı okullarda artık alıştığımız tarzda veli toplantıları yok. Hani o, velimizin öğretmenle bizim hakkımızda konuştuğu ve bizim orada bile olmadığımız görüşmeler. Hakkımızda değerlendirmelerin yapıldığı ve kararların verildiği, eve gelince de bize deklare edilen görüşmeler. Devir değişti! Artık öğrenci dönem boyunca neler öğrendiğine dair bir sunum hazırlıyor ve ailesi, öğretmeni ile bunu paylaşıyor. Velinin görevi soru sormak! (yoksa yine koçluk mu?) Dersleri ve çalışmaları hakkındaki düşünceleri, tekrar yapsa neyi farklı yapacağı, ona nasıl yardımcı olabileceği gibi sorular soruyor.
Hayal bu ya!

Dünyanın bir yerinde, bir şirket varmış. Orada çalışanlar dönem sonunda kişisel performanslarını kendileri değerlendirir, buna dair yöneticileri ve ekip arkadaşları ile paylaşımda bulunurlarmış. Hatta her değerlendirmenin sonunda da ekip birbirini nasıl destekleyeceğini konuşur, giderek güçlenirmiş.
İmkansız mı dediniz? Sebep sonuçtur, sonuç sebeptir.

Geleceğin İnsanı Olabilmek için Mandela’dan “UBUNTU”


Daniel Smith’in “Gibi Düşünmek” serisini uzun zamandır takip ediyorum. Sherlock Holmes, Churchill, Steve Jobs ve Einstein’dan sonra 1 Mayıs 2014’de “Mandela Gibi Düşünmek” kitabını yayınladı.  Yaşamının 27 yılını hapiste geçiren ve Güney Afrika’da özgürlüğe dair radikal adımlar atan, ayrımcılık karşıtı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi Devlet Başkanı Nelson Mandela.  
Nelson Mandela dünyada en çok  saygı gören, sadece kendi kuşağı değil,  kendinden sonra gelen genç kuşaklar için de  etkisi en yüksek liderden biri olarak değerlendiriliyor.

Tüm yaşamını ırkçılık, fakirlik ve her alanda eşitsizliğin engellenmesine odaklayan Nelson Mandela yaşam felsefesini “UBUNTU” olarak ifade ediyor.
“Ubuntu” kelimesi  Güney Afrika’da ilk kez 19 yy.’ın ortalarında kullanılmaya başlanıyor. Anlamı, “senden dolayı varım” veya “ben senden dolayı benim”.  Aslında hepimizin ihtiyaçları, bugünü ve geleceği birbirine ne kadar da bağlı. Dünyalı kimliğimizi unutmamak, diğerinin iyiliği kadar iyi, mutluluğu kadar mutlu olabileceğimizin farkında olmak demek. Bana dokunmayan kötülük, bin yıl yaşamıyor artık. Bugün değilse de yarın mutlaka karşı karşıya kalıyorum bu istemediğim durumla veya onun türevi bir sonuçla.

Hümanist bakış açısının da bir ürünü olan bu kelimeyi gerçekten hissetmeye  ve kendi bakış açımıza yansıtmaya hem bugün hem de geleceğe hazırlanmak için hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var.
Bugün artık ilişkilerde “ubuntu” demenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Bazı ülkeler kendi aralarındaki sorunları çözerken “ubuntu diplomasisi” uyguluyorlar ve Mandela’nın da söylediği gibi düşmanlarıyla sorunlarını ancak onlarla işbirliği yaparak çözebileceklerine inanıyorlar. İlk adım önce masaya oturabilmek ve birbirinizi duyabilmek olmalı diyorlar. Aksi takdirde mücadelenin sonu gelmeyecektir.
“Ubuntu” aynı zamanda Edgar Morin’in Bilgi Üniversitesi  tarafından yayınlanan kitabı “Geleceğin Eğitimi İçin Gerekli Yedi Bilgi”de de yer aldığı gibi geleceğin insanı olabilmek için gerekli beceriler arasında. Edgar Morin bunu “dünyalı kimliği öğrenmek” olarak tanımlıyor.  

“İlk kez, insan gezegenin bir sakini olduğunu gerçekten anladı ve belki de yeni bir açıdan, yalnızca birey, aile ya da tür, devlet ya da devletler grubu açısından değil, aynı zamanda gezegen açısından da düşünmek zorunda kalacaktır.” Verdanski
Madiba’nın sihiri sizinle beraber olsun.

“Madiba’nın sihiri” ne mi? O zaman hem doğadan bir Ubuntu hikayesi hem de Madiba’nın sihri için bu TED konuşması sizi bekliyor.
TED Talks: What I learned from Mandela?

 
Mandela’nın özgürlük yolundaki macerasına tanıklık etmek için film önerisi:
Madela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol

 
İş yerinde “ubuntu” için soru:
Çalışanlarınıza “BÜYÜK RESMİ (neyin parçası olduklarını)” nasıl hatırlatabilirsiniz?

Kariyerin boyunca kaç şirket değil, kaç ülke değiştirebilirsin?


Ülke değiştirmek, bazılarımız için söz konusu bile değil. Ancak KPMG’nin 2015 Öğrenci Araştırması’na katılan 27 ülkeden  335 öğrenci, bu soruya cevap vermişler ve kariyerleri boyunca 2 -3 ülkede çalışmak istediklerini belirtmişler.
Bu hedefe; keşfetmek ve yenilikleri  tecrübe etmek diye baktığımızda gençlerin keyiflerine düşkün oldukları, bir yerde olmazsa şansımı farklı bir yerde denerim diye düşündükleri görüşüne varabiliriz. Ancak “gitmek” aynı zamanda konfor alanının dışına çıkabilme cesareti, risk almak ve bedel ödemek demektir. 

Peki, Türkiye’de durum nasıl? Şu andaki eğitim sistemimiz, toplumsal yapımız  ve birçok gencimizin içinde bulunduğu farkındalık seviyesi ile bunun sadece bir hayal olabileceğini düşünüyorum.  Gençlere ve geleceğin Türkiye’sine dair inancım yüksek. Fakat  Türkçe dahil hiçbir dili en doğru şekli ile öğretemediğimiz, kendi ülkesi dışında dünyada neler olduğunun farkında olmayan, kendi kendine yetebilmek, öğrenme çevikliği gibi becerileri kazandıramadığımız gençlere yurtdışında kapıların açılması imkansız denecek kadar zor.
Üstelik bu gerçeğin bir diğer yüzü de var! Yurtdışındaki gençlerin çalışmak isteyecekleri ülkelerden birinin de Türkiye olması halinde, rekabet de giderek zorlaşacak demektir.

Reçete mi?
Ancak kişisel yeterliliği yüksek, risk alabilen, kendini global dünyanın parçası olarak gören, farklı kültürleri anlamak için emek veren ve değerlerini kaybetmeden diğer kültürlere uyum sağlayabilenler bu kapıları zorlayabilecekler.

Yabancı dil mi dediniz? O zaten olmazsa olmaz, mükemmel derece aksansız ve en az bir yabancı dil (eğer bir tek yabancı dilden bahsediyorsak, o da halen ve uzunca bir süre daha ingilizce).
Şimdiden iyi yolculuklar!